İYİ Kİ DOĞDUN NAZIM
Türkiye ve dünya edebiyatının büyük şairlerinden olan Nazım Hikmet'in, 122. doğum günü. 15 Ocak 1902'de Selanik'te başlayan yaşam öyküsü, 3 Haziran 1963'te Moskova'da son buldu. Nazım Hikmet'in altmış bir yıllık ömürüne sığdırdığı, sayısız anıyı sizler için derledim.
Yaşar Kemal'in İnce Memed'ini Rusça'ya çevirdi.
"Birinci ve ikinci ciltleri Türk edebiyatının en çok satan kitaplarından olan İnce Memed, Rusça’ya Nazım Hikmet’in o büyülü diliyle çevrildi.
Yaşar Kemal'in Nazım Hikmet'le ilgili bir anısını vefatının ardından yakın dostu Zülfü Livaneli şöyle yazmıştı: Paris’te Abidin Dino’yla birlikte Nazım Hikmet’i tren istasyonunda karşılamışlar. Nazım demiş ki "Yaşar, romanını okudum. Eğer bana bu kadar zulmetmeselerdi, bunca yıl hapis yatmasaydım, belki ben de senin kadar güzel bir şey yazabilirdim ama olmadı." Yaşar Kemal, "Koca Nazım’ın genç bir adamla alay etmesi yakışık alıyor mu?’' diyerek oradan ayrılmış ve küsmüş. Neden sonra anlatabilmişler ki Nazım alay etmiyor, içinden gelenleri söylüyor."
Komünist Nazım Hikmet ile Milliyetçi Peyami Safa'nın küslükle biten tartışmaları...
"Komünizmi yaymak isteyen Nazım Hikmet ve onu caydırmak isteyen Peyami Safa… O kadar yakın dostlardı ki, Peyami Safa ölümsüz eseri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu Nazım Hikmet’e adamıştı. Dost meclislerinde ateşli tartışmalar yaşasalar da, Peyami Safa’nın “Moskova’dan gelen paraları kim aldı?” sorusu ilişkilerini bitirdi. Nazım Hikmet, Peyami Safa’yı kazanmak için uğraştıysa da başarılı olamadı."
Prof. Mehmet Ali Sebük...
"Nazım Hikmet'in özgürlüğüne kavuşmasını sağlayan ve korkunç bir adli hataya kurban gitmesini önleyen tek avukatı Prof. Mehmet Ali Sebük sağ görüşlü bir hukukçuydu. Demokrat Parti’den milletvekilliği yapmış; Adalet Partisi’nden de senatör adayı olmuştu."
Aziz Nesin...
"Sovyetler Birliği'nde büyük bir yük gemisine " Nazım Hikmet" ismi verildi ve törene pek çok ülkeden yazarlar katıldı; Türkiye'den ise tek bir yazar davetliydi, Aziz Nesin.1965 yılında Odesa limanında gerçekleşen törene Nazım Hikmet’in eşi Vera ile Aziz Nesin katıldı."
Nazım Hikmet'tin son eşi Vera Tulyakova "Bahtiyar Ol Nazım" kitabında Nazım Hikmet'le yaşadığı tüm acıları, mutlulukları, gezileri ve diğer tüm güzel anıları tek tek anlatıyor. Bu kitapta ki anılardan kilometre taşları...
Nazım Hikmet'in küçük hırsızlıkları...
Nazım Hikmet ile evladı arasına kilometreler girmişti fakat Vera’nın ilk evliliğinden olan kızı Anyuta yanı başındaydı işte. Onun sevgisini ve güvenini kazanmak öz çocuğuyla arasına giren esafelerin azalmasına vesile olacaktı bir nevi. Vera, Nazım’ın vefatının ardından paylaştığı anıda küçük bir çocuğun kalbine girebilmek için hırsızlık bile yapabileceğini gösteriyor bize:
"Yurtdışında uzun süre kaldığımızda, annemin ve Anyuta’nın hediyelerini Nazım seçerdi. Fakat bu yeterli görünmüyordu ona. Anyuta için özel bir şey yapmak istiyordu. Öyle ki, Anyuta, Nazım amcasını onu unutmadığını anlasın. Şöyle diyordu: “Ona bir bluz ya da pabuç alabileceğimi biliyor. Hayır, iş bunda değil.” Ve bir gün buldu ne yapması gerektiğini. Bir yolculuktan Moskova’ya döndüğünde Anyuta’yı yanına çağırdı ve şöyle dedi bir komplocunun ses tonuyla: “ Al Anyuta, sakın kimseye söyleme, yoksa ikimiz içinde çok ayıp olur! Bütün bunları senin için aşırdım.” Ve kızın kucağına, yabancı uçaklarda yolculara verilen renk renk yuvarlak balonlar, “Karavella” tuvaletinden bir şişe kolonya ve daha bir sürü ıvır zıvır doldurdu. Şimdi bunları birbirine bağlayan gizli bir sır vardı aralarında. Anyuta, sorgulamadaki bir partizan gibi saklıyordu Nazım amcasının gizini. O andan sonra Anyuta için hırsızlık yapmak Nazım için bir tutku oldu.
Bir gün Paris’te bir Italyan “Karavella” uçağına bindik ve Nâzım hemen “çalışmaya” koyuldu. Hostes şekerleme tepsisiyle gelir gelmez Nâzım bir avuç aldı, sonra biraz duraksayıp bir avuç daha aldı. Hostes, yardımcısı erkek görevliye “Ne kadar açgözlü bu bay” dedi. Nazım anlamıştı. “Açgözlü değilim” dedi ve dürüstçe, Moskova’da küçük bir kızı olduğunu ve eğer ganimetsiz dönerse kendisini unutmuş olduğunu düşüneceğini açıkladı.
Genç kız büyük bir ciddiyetle dinledi Nâzım’ı. Ve beş dakika sonra, görkemli bir tavırla, Âl-îtalia” firmasınca pek güzel paketlenmiş bir kilo akide şekerini bir ödül gibi getirip sundu ona. “Alamam bunu! Mesele bu değil! Anlıyor musunuz, bu değil mesele! Dürüst olmam gerek! İşin püf noktası burada, onun için hırsızlık yapmamda, anlıyor musunuz?!” Kız güldü. “Böyle tuhaf bir bayla karşılaşmadım hiç!” Ve bir komplocu gibi, bazı yararlı öğütler fısıldadı ona. Uçaklarında neyin nereden aşırılabileceğini söyledi.
- Teşekkür ederim, teşekkür ederim cancağızım,- diye şakalaştı Nâzım, -çevreyi iyice kolaçan edemedim daha. Birazdan keşfe çıkarım... Sonra dergileri karıştırmaya başladı. Bunların arasında kalın bir “Air France” dergisi de vardı, daha çok reklamlardan oluşan. Ve birden. - Vera, bak şuna, -diye bağırdı,- olacak şey değil! Benim şiirim! Deniz üstüne olan. Sayfayı Abidin düzenlemiş!
- Cancağızım,- diye seslendi hostese,- burada şiirim var benim. Bu dergiyi bana hediye edebilir misiniz?
- Bizim dergimizde ancak ünlüler yayımlanır. Demek siz... Gidip hemen kaptan pilota sorayım- Ve elindeki dergiyle koşup gitti. Kaptan pilot bir söylev verdi ve dergiyi görkemli bir tavırla Nazım’a uzatarak “dümen başında” olduğu için bu olayı İtalyan usulü, gerektiğince kutlayamamaktan ötürü üzüntüsünü belirtti."
Nazım Hikmet'in "Asya-Afrika Yazarları Kurultayı" Tarihi Konuşması...
"Nazım Hikmet Rus heyetinin başında ama Türkiye temsilcisi olarak Asya-Afrika Yazarları Kurultayına katılıyordu. Çin heyetinin küstah tavırları karşısında daha fazla sessiz kalamayan Nazım Hikmet, şairliğine yaraşır şekilde kürsüye çıkıp destansı bir konuşmaya imza atıyordu:
“Kurultay 12 Şubat 1962’de açıldı. Faruk Saray salonu delegelerle dolu. Bu bir sarı ve kara derili insanlar deniziydi. İlk kez böyle olağanüstü bir toplantıya katılıyordum, o da yarı yasal olarak. Uzakta, önde, senin geniş ve güçlü boynunu görüyorum. Başkanlık divanı seçimine başlamak üzereyken Çin delegesi ansızın kalktı ve şunları söyledi: “ Şimdi burada bulunan bir yazarın oy hakkından yoksun bırakılmasını istiyoruz. Kendisi burada Türkiye edebiyatının temsilcisi olarak bulunuyor. Nazım Hikmetten söz ediyorum. Türkiye pasaportu taşımayan, burada Moskova’nın pasaportuyla gelen bir kimse nasıl Türkiye edebiyatının elçisi olabilir? Kendisinin delegelikten çıkarılmasını istiyoruz.”
Salona derin bir seslik çöktü. Birkaç saniye sonra ilerideki sıraların ortalarından Nazım’ın usulca çıktığını, acele etmeksizin kürsüye yürüdüğünü ve delegelerin önünde rahat sakin, onurlu durduğunu gördüm bir süre sessizce insanların gözerine baktı. Salondaki sessizlik daha da derinleşti.
“Sanıyorum ki” dedin “ Asya-Afrika Yazarları Kurultayında Türkiye’yi temsi etmek hakkına sahibim, çünkü kendi halkının dilinde yazan bir yazar ülkesinin edebiyatını temsil etme hakkına sahiptir. Ve burada bir yazarlar toplantısı yapılıyor, polis toplantısı değil. Ne yazık ki yurdumda, Türkiye’de bugün benden daha iyi bir şair yok. Bundan da öte, sanıyorum ki, salonda bulunanlar arasında bugün dünyada en anınmış şair benim. ( Alkışlar duyuldu. ) Eğer abartıyorsam ve herhangi bir kimseyi incittiysem, lütfen gelsin, sevinçle elini sıkmaya hazırım.” Delegeler soluklarını kesmiş oturuyorlardı. Kimse kımıldamadı yerinden. “ Öyleyse saygı değer yazar arkadaşlarım, beni sadece oy hakkından yoksun kılmamakla kalmayıp, şimdi, şu anda başkanlık divanına seçmenizi istiyorum. Oyu olumlu olanlar elinizi kaldırın lütfen.” Bir eller ormanı kalktı yukarıya. Nazım geçip başkanlık divanına oturdu, fakat eller hala yukarıdaydı. Dış görünüşüyle sakindi. Fakat bu zaferin ona neye mal olduğunu tahmin edebiliyordum. O ki, evimize gelen kimi gençler tanışmak için ellerini uzatırken kendilerini: “Ben, şair filan ya da falan...” diye tanıttıklarında şaşırırdı her zaman.
Onlara gizlemediği bir ironiyle bakar ve sonra her zaman şöyle derdi: “Tüm yaşamım boyunca şiir yazarım, ve kimi kez hiç de fena değildir yazdıklarım, ama hiçbir zaman ‘Ben şairim’ diye tanıtmam kendimi… Bizde, Doğu’da, şairim demek, övünmekle, kendinin iyi insan olduğunu söylemekle aynı şeydir."
"Kız Çocuğu" Şiirine Japon Çocukların Teşekkürü: Kağıttan Bin Turna Kuşu
"Nazım’la son Pazar sabahında, Nazım’a kahve pişirmiştir Vera. Nâzım hasret kaldığı memleketinden gelen kahveyi yine aynı hasretle içmiştir. Vera yarın yaşayacağı felaketten bihaberdir. O son günle ilgili şunlar dökülür Vera’nın kaleminden; “Korkunç günün arifesinde, Pazar günü ilk ben kalktım. Yanında yiyecek bir şeylerle küçük bir fincan Türk kahvesi getirdim sana. Kahveyi içtikten sonra kalmadın. Gazetelerin ortasında yatmayı sürdürüyordun. Ben çalışma odasına geçip hızlı bir tempoda çalışmaya başladım. Saat an ikide “Turnalar” adlı oyunu Merkez Çocuk Tiyatrosu’na yetiştirmek için söz vermiştim. Oyunu yazmanı senden istemişlerdi, ama sen sonra benim üstüme yıkmıştın ve ben de yetiştiremiyordum işte. Oyun Hiroşima trajedisi üzerine kurulmuştu. Bir avuç küle dönen küçücük çocukların kısacık yaşamlarına ve şimdi Hiroşimalı çocukların kâğıttan yaptıkları turnaları anlatıyordu. Bu turnalardan bin tane yapıldığında ölen çocuklardan birinin dirileceği inancıyla çalışıyorlardı. Senin küçük Japon kızın ağzından yazdığın şiiri, bu nedenle, pek çok kez okumuştum son günlerde. Senin önerinle oyunun içine de koymuştuk dizelerini. İkisi birbirini mükemmel tamamlıyordu.”
Ve sonra ölür Vera’nın Nazımı. Geriye dağlanmış bir yürek kalır, Vera’nın göğsünde taşıdığı. Bir türlü kabullenemez bu ölümü. Nazım’ın hayaliyle konuştuğu bir günde, kocaman bir kutu gelir evine Vera’nın. İçerisinde de Nazım’ın ölümünden yirmi gün sonra yazılmış bir mektup. O sevgi dolu kutunun içinden çıkan mektupta şunlar yazılıdır;
“Minik sarı parmakların ustalıkla yaptığı renk renk kâğıt turnalardan bir çelenk var kucağımda. Bir de mektup:
Unutulmaz insan Nazım Hikmet, Hiroşimalı küçük kızların armağanını kabul edin lütfen. Anınızın önünde başlarımızı minnettarlık ve saygıyla eğiyor, cenazenizin önüne yaptığımız binlerce turnayı, dünyaya özgürlük ve sonsuz barış taşıyan binlerce kuşu bırakıyoruz.
Değerli Nazım Hikmet’e, ailesine ve yakın dostlarına, barış için savaşmayı sürdüren Hiroşimalı okul çocuklarından; Hiroşima kâğıt turnaları derneğinden. 23 Haziran 1963.”
En sevdiğim ve bu topraklar için gerekli olduğunu düşündüğüm Nazım Hikmet şiiriyle, Nazım Hikmet'i anmak istiyorum;
DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
Nazım Hikmet
Yorumlar
Yorum Gönder